Eğitimsel notlar


İzmir torbalı’da ortaokula başlarken bütün ilkokulların birincilerini bir sınıfa toplamışlar. Torbalı o sırada 11.000 nüfuslu küçücük bir ilçe 4 tane ilkokul bir tane ortaokul vardı zaten Bir de kız lisesi. Şimdi 200.000 nüfusu. Biz 3 sene o sınıfta okuduk son sene bizim sınıfa özel tüm öğretmenler kurs açtı ücretsiz. O sene hepimiz bütün sınavlara girdik ben parasız yatılıyı ve fen lisesini kazandım. Diğer arkadaşlarım da Atatürk lisesi ve benzeri iyi liselere girdiler. Bunlar Torbalı tarihinde ilk defa oluyor. Fen lisesine ilk beni bırakmaya götürdüklerinde babam bir yerde bize döner yedirdi ben ağlamaktan yiyememiştim. Ama ikisi de soğukkanlılıklarını hiç bozmadılar. Sonradan öğrendim ki beni okula bırakıp geriye dönerlerken annem kendini koyuvermiş bütün yol otobüsle İzmir’e giderken ağlamış. Çoğumuzun olduğu gibi meslek seçiminde o zamanki olaylar çok etkili oldu ve ben ailemin isteğiyle Ege üniversitesi tıp fakültesine girdim. Olaylardan kurtulduk mu hayır ama en azından akşam sağ salim eve dönmek hem onları hem beni mutlu ediyordu. Benim tercihim değildi ama yıllar sonra hem bu hem de daha sonra yine özellikle istemediğim genel cerrahi beni çok mutlu etti şimdi iyi ki bu şekilde olmuş diyorum.

Karşı taraf


39 yıllık meslek hayatıma veda ederek hayat otoyolunun diğer şeridinden yoluma devam etmeye karar verdiğimde yaklaşık 7 bin orta ve büyük ameliyat yapmış, onbinlerce hastama elimden geldiğince şifa vermeye çalışmış olarak geçen sene emekliliğimi istedim.

Yaptığım işe doymak, keyif almak, tatmin duygusunu her anından büyük bir haz alarak yaşamak mesleğimi yaparken beni çok mutlu etti. İnsan hayatını kurtarmak, ellerinde bir canın sağlığına kavuşmasını hissetmek ömrümün üçte ikisini ödüllendirdi.

Ve sonra…

Hep bu taraftan baktığım karşıdaki dünyanın içinde buldum kendimi. Talep edilen değil, talep eden, sırayı yöneten değil, sıraya giren, aranan değil arayan oldum.

Ameliyat olacak bir hastanın neler yaşadığını, tüm o süreçte ne hissettiğini birebir yaşadım.

Güzeldi, bu şeritte devam ederken de keyif alacağım, belli…

Söyleyemediklerin


Aklına takılırsa bir gece yarısı söylenmiş eski bir şarkı

Aç pencereni ve seslen gökteki benzerin yıldızlara

Anlat derinden hüznünü

Sonrasında dön güzel rüyalarına

Sana benzetmelerim çınlasın rüyalarında kulağına

Ve nedenini sor kendine hiç nedensiz

Aşksız özlemsiz

Bu koyu kedere çaresiz bir elemde sen ekle

Unutucaksan beni yada unutmadıysan kendini

Bilki ey sevgili.!

Söyleyemediklerin söyleyemediklerimin küçük bir bedeliydi….

Müjdat Gezen….

bir tarzın olsun


Bir şarkın olsun. Senin olsun. Hayatına her giren insana “bu benim şarkım bak” diye dinlet. Bir gün o kişinin hayatından çıktığında bir radyoda denk gelirse, seni hatırlasın.

Tek bir parfümün olsun. Özdeşleşmek iyidir. Dünya bu illa ki bir tek sen kullanmayacaksın. Öyle bir sana ait olsun ki, bir yabancıda bile duysa “acaba burda mi” diye kokuyu duyanın gözü seni arasın.

Bir tane en yakın arkadaşın olsun. Sadece kötü günde değil, iyi günde de aradığın ilk kişi olsun. Birlikte düşün, birlikte kalkın. Birbirinizi toparlayın. Yaralarınızı sarın. Herkes gittiğinde “şanssızlığınıza” biraz gülün, biraz ağlayın.

Bir tane çok büyük aşkın olsun. Rakıya bahane olsun. Bir dönem çok sevmiş ol, bi dönem nefret etmiş. Her şey küllendikten sonra tebessümle hatırla. Biraz da bi yanın acıyarak. “O olsaydı nasıl olurdu acaba hayatım?” diye sorgulayarak. Artık bir şey hissetmesen de “başına bir şey gelse yine de ilk ben koşarım” diyecek kadar. Unutma, masallar mutlu sonla, efsaneler kavuşamamakla biter.

Bir evlat edin. Bir kedi olur, bir köpek de. Ama olsun. Kapılarını aç. Senden olmayan ama senin ilgine bakımına muhtaç bir kalbin atışlarını ellerinde hisset. Bir canlının hayatını değiştirmek acayip bir şey. Birinin kahramanı olmak istersen bundan büyük fırsat olamaz. Sevmek çok güzel. Hele bir de her koşulda sevilmek.

Bol bol kitap oku, biri seni derinden etkileyene kadar oku. Onu bulduğunda kimseyle paylaşma. O hikaye senin. Beğenmediğin sayfayı yırt sevdiğin yerleri yıldızlarla donat. Başucunda dursun. Belki bir gün biri gizlice o sayfaları keşfeder. Seni daha iyi tanıma imkanı olur.

Salaş bir restaurant edin. Patronundan garsonuna kadar tanı. Kafan mı bozuk, mekan dolu mu, sana yer açacakları kadar müdavimi ol. Bir masan olsun hep oturduğun. Bir başına gitsen bile başına bir şey gelmeyeceğini bil. Bir gün belki kapanır ya da yıkılır. Ama sen önünden her geçtiğinde “burda eskiden hep bi yerim vardı” dersin.

Bir hobin olsun. Kaçmak için. Hiçbir şey düşünmediğin. Dünyadan uzaklaşabildiğin. Onunla övün. En iyi yaptığın şey olsun. İnsanlar şaşırsın. Senin için çocuk oyuncağı olsun.

Bir şey iste. İmkansız olsun. Peşinden koş. Yorul. Defalarca vazgeç. Defalarca dene. Susmanın çaresizliğini de yaşa, bağırmanın da. Uykuların kaçsın. Düşündükçe saç diplerin bile uyuşsun. Her ne ise bu istediğin, aşk da olur iş de. Bağrına taş bas gerekirse. Yeter ki gece yatağına yattığında “ben elimden geleni yaptım” de. Bazen kazanamamış olsan da, yapabileceklerinin ya da bir şeyi delice istemenin limitini görmek de zaferdir.

Vakit ayırdığın bir ailen olsun. Yarın kaybettiğinde keşke daha çok zaman ayırsaydım demeyeceğin. Pişmanlık kötüdür. Bir daha geri getirmeye gücünün yetmedikleri içinse, işkence. Kıymetini bil. Yarın ne olacağı belli değil. Kalp krizi dediğin bir kaç saniye. Kalp kırma.

Sınırların olsun aşılamayacak. Duvarların olsun yıkılamayacak. Herkes bilsin. Ona göre davransın.

Bir alanın olsun metre karesi dert değil. Kapısını kapattığında gerçek sen olabildiğin. Dört duvardan birinin dibine çöküp ağlayabildiğin. Güçsüzlüğünü yaşayabildiğin. Sonra daha güçlü kalkabildiğin. Kaldığın yerden devam edebildiğin. İnsan en çok kendini özlüyor çünkü.

Bir sevdiğin olsun tabi. Belki hayallerindeki gibi olmaz koşullar ama bir şeyleri birlikte var etmenin tadı bi başka. Para amaç değil araç olsun mutluluğuna. Olmadığı zaman da elindekini cömertçe paylaşabil. En çok onla gül. Saatlerce muhabbet edebil. Birbirinize ulaşamadığınızda, “başka biriyle mi acaba” diye değil “başına bir şey mi geldi” diye endişelen. İlişkini başkalarıyla kıyaslama. Biri sevdiğini çok söyler, biri daha çok gösterir. Sen de biri eksikse bu seni daha az seviyor demek değildir.Telefon karıştırmakla ömür geçmez. Bir insan bir şey yapmak isterse yapar. Kalbin temizse, sen araştırmadan da karşına çıkar korkma. Sonuna kadar güven. Bir gün kırılırsa kalp yenisini inşa eder.

VE Kalbini temiz tut. Çevreni de. Unutma yaptığın her iyilik bir gün sana geri döner.

ben aslında çok güzel…


Ben çok güzel yalnız kalırım, biliyor musun? Hatta öyle yalnız kalırım ki, hiç kimse ben istemedikçe çıkaramaz beni o yalnızlıktan. Çünkü öyle de mutlu olmanın bir yolunu bulurum. Ama birine izin verirsem benim yalnızlığıma girmesi, çekip çıkarmaya çalışması için, var ya, çok mutlu ederim onu ben. Yalnızlığımı bitirdiği için ya da beni kurtardığı için falan değil bak. Çünkü ben mutluyum ki aslında orada, mutlu olmanın yolunu bulmuşum çoktan yalnızlıkta. Neden biliyor musun? Sadece buna cesaret edebildiği, duvarları yıkmak için öne atılabildiği için. Bunu yapmaya kalkışması için bile biraz deli olmalıdır muhtemelen o, ama derler ya, kadının delisi makbuldür diye. Deli olmasa, cesaret edebilir mi hiç kimse, o dimdik surları yıkmaya ve beni oradan çıkarmaya kalkışabilir mi? Kaybedecek ne kadar çok şeyi vardır da göze almıştır, kimbilir. Onun için çok mutlu ederim onu, sahiplenirim.

Ben çok güzel de severim aslında, biliyor musun? Sevdim mi, sesi kötüymüş iyiymiş bakmadan, değil şarkı türkü, ilahi bile söylese zevkle dinlerim onu, hatta gülerek eşlik bile ederim. Yemeği çok güzel ya da berbat yapmış aldırmam, keyifle yerim. Çünkü neden biliyor musun? O cesurdur, yiğittir, önce kendisi yerine önce beni seçebilmiştir. Benim için savaşmaya cüret etmiştir, ondan. Mutlaka yaptığı yemeğe, demlediği çaya, söylediği şarkıya sevgisinden de azar azar eklemiştir. Başını dizime yatırdığı zaman uysal bir kedi gibi mırıldarken, gerektiğinde vahşi bir yırtıcı gibi savaşmayı bilmiştir. İşte bunun için, keyifle yenmez mi o yemek, zevkle içilmez mi o tavşan kanı çay, söylenmez mi birlikte o şarkılar, çok güzel sevilmez mi o insan, ne diyorsun?

TOPLUMSAL HAFIZA’NIN YÖNLENDİRİLMESİ


Malûm CORONA yasakları ve sokağa çıkmak yasak haydi okuyun. Toplumsal hafızanın yönlendirilmesi ne demek? İnsanları bir düzen içinde yaşatmak için ille de onları kör ve ders alamayan bir dangalak yapmak gerekiyor mu? Bu düzen nasıl böyle kusursuz kuruldu?Müslüman toplumlar üzerinden anlatalım.

Bir sindirme hikayesi!.

Zamanla insanlar geniş bir alana yayıldılar. Ve her aile genişledi. Başlarında dedeleri, dedeleri öldüğünde babaları olan kalabalık aileler. Çokça erkek evlat sahibi olma hedefindeki aileler çünkü erkek evlat hem daha çok yemek ve genel olarak daha çok güç demekti. Peki aileler arasında rekabet? Sonraları insanlar kalabalıklaştıkça birbirleriyle sürtüştüler. Ailelerin yani aşiretlerin reislerinin birbirleriyle sürtüşmesi otomatik olarak ailenin diğer bireylerinin de sürtüşmesiydi. İlk savaşlar belki bir ağaç için belki bir hayvan içindi. Bu şu da demekti. Çokça erkeğe sahip olan aile diğerine üstünlük sağlayıp mallarına el koyabilir ya da bir anlaşmazlığı ortadan kaldırmak için buna kalkışabilirdi. Evet devletin kökeni ailedir. İlk aileler ilk devletlerdi. Fakat kalabalıklaştıkça artık mesele artık bir aile ile sınırlı kalabilir mi? İnsanlar birbirine karışmış olmasına rağmen hala aile mantığı sürebilir mi?

Bu insanları nasıl birbirine bağlayacaklardı? Peygamberlerinin getirdiği dinde ilah tek. Ama bu liderlerin işine yaramıyor. Çünkü toplumu bir arada tutmak istiyorsanız ya liderinizin üstün vasıfları olacak ya da üstün vasıfları olacak. Çünkü kimse zayıf birini izlemeyecek, onun için savaşmayacaktır. Liderler artık ilahtan güç bir kut aldıklarını iddia edeceklerdi.Hatta daha sonraları ilahlıklarını direkt ilan edeceklerdi.Peki halkın burda konumu ne? Lider liderliğini korumak için onlara yalan söylüyor. Halkın bunda bir çıkarı yoktu. Ama karşı koymadı. İnanmak kolaydı. Bazen geçip gitmiş atalarını ilah gibi öne sürerek arkasında gizli konuşan oldular. Güçlünün zayıfı ezdiği bir ortam. Güçlü olmak için kalabalık olmalısınız. Çok tarlanız çok hayvanınız olmalı. Maddi gücünüz de olmalıydı. İşte ilk devletler bu yöntemlerle ortaya çıkmıştı. Peki halk bunları anlayabiliyor muydu? Hayır. Eğer lider hakkında olumsuz bir şey söylerseniz sizi vatan haini kabul ederler ve lidere bırakmadan canınızı alıverirlerdi.Hiç değişen bişey görebiliyor musunuz? Onların sancakları da kutsaldı. Devletleri de kutsaldı Liderleri de. İnsanlar peki isyan ettiler mi? Bu isyanların büyük çoğunluğu yine Allah tarafından gönderilen peygamberlerin önderliğinde yaşanmıştı. İlginç değil mi? Hiç bunu fark etmemiştin belki.

En iyi örnekle anlatayım. Mısır devrinin süper güç devletiyken Yusuf peygamber, devletin dinini tevhide çevirmiş ve filistin yakınlarındaki babası Yakub’un ailesini Mısır’a getirtmişti. Bunu herkes bilir. Peki sonra ne oldu? Bir sonraki firavun eski putperestliği geri getirdi. İlerleyen zamanlarda da yakuboğulları çoğaldıkça ra’ya tapanlardan zulüm görmeye başladılar. Bir nevi suriyeli muamelesi gördüler. Tabi katmerlisi. Çünkü onlar zamanla köleleştirildiler. Fakat isyan akıllarında bile değildi. Musa peygamber yakuboğullarını ordan kurtarmak için gönderildi. Hem de firavuna(krala) en yakın olan bir kişi iken ona isyan etti. Bölücülükle suçlandı. Ona yakınlık gösterenler bile cezalandırıldı. Ayrıca ikinci bir sorun daha vardı. Yahudiler isyan etmekten it gibi korkuyordu. Fakat neticesinde Musa as Allahın yol göstermesiyle yakuboğullarını ordan çıkardı ve hürriyetlerini onlara geri verdi.Bakınız bu bir isyandır. Bu olayları hikaye okur gibi okuyorsunuz.

Daha farklı bir zaman dilimine gidelim mi? Emeviler nasıl? İslam aynen Musa as’ın yaptığı gibi isyan ve bölünmeyle yayıldı. Kan aktı. Fakat isyan başarılı oldu düzen değişti ve doğrusuyla yer değiştirdi.Sonra? Peygamber as aralarından ayrılınca kısa zaman sonra terse dönüldü. Eski Mekkeli yöneticilerin çocukları yine lider oldular. Nasıl? Çünkü isyan kültürü ortadan kaldırıldı ve itaat ile değiştirildi. Haksızlığa isyan bile dinden aforoza dönüştü. Halbuki dinin olayı haksızlığa sömürüye isyan etmekti. Ebu hanife gibi bir adam yaşadı ki bu adam muhteşem biridir. Bu gün hanefi olanlarla karıştırmayın.Tam bir haksızlığa isyan. Adam gibi adam. Emevi halifesi ne yapsa islam adına korkmadan tersi fetvayı verdi. Ne oldu? Halifenin yanındaki din adamları ona hain dedi, kırbaçlattı. En sonunda halife ebu hanifeye kadılık teklif etti. Ancak kabul etmedi. Sebebi ise zulmü onun eliyle meşrulaştırmasına müsade etmemesiydi.Ve bunun üzerine zehirlenerek öldürüldü. Halifenin yanındaki devletperest kadılar da derin bir oh çektiler. İşte o adam halkın o dönem kahramanıydı. Kim devletten bir zulüm görse yanındaydı. Haksızlığa halife de olsa karşı koyması dolayısıyla hem de.Şimdi? Hanefi diyorlar kendilerine utanmadan. Hanefi.En iyi öğrencisi Ebu Yusuf, Reddederek öldüğü kadılık görevine getirilmişti bile.

İnsanlığın tarihinde isyan hep kalkışmaktan korkulan birşey olmuştur. Kalabalıklaşamadan sindirilir ve birkaçına zarar verince diğerleri kendiliğinden korkup dağılırlardı. Hep böyle olmuştur.Başarılı olan isyanlar sınırlıdır. Fransız devrimi, lenin ve mao gibi.

1- devlet sandığınız şey değildir

2-haksızlık ve adaletsizliğe ses çıkarmanız sizin vazifenizdir. Eğer yapmazsanız sonuçlarına katlanırsınız.

3-Anarşi daima bir araçtır. Asla amaç olmaz. Anarşi yeni düzenin habercisidir. Zordur da. Her neyi istiyorsanız isteyin anarşisiz olmuyor.

Alıntıdır

Prometheus ve jonathan salk


Dünyamız neredeyse bir yıldır bir virüs nedeniyle ızdırap çekiyor. Bu virüse karşı dünyanın çeşitli ülkelerinde 6-7 tane aşı geliştirildi. Ancak birçok aşıdan farklı olarak bu aşılar hastalığa karşı ömür boyu etkili değil. O yüzden virüsün insanların arasından yok edilebilmesi için dünya nüfusunun büyük bir kısmının bir-bir buçuk yıl gibi kısa bir sürede aşılanması gerekiyor. Bu olmazsa aşıların her yıl tekrarlanması gerekecek ve sağlık sistemlerinin böyle bir yükü kaldırması mümkün değil. Bunun için ise aşıların birçok ülkede birden üretilebilmesi gerekiyor. Ancak aşıyı üretenler özel firmalar olduğu ve patent koruması altında oldukları için böyle bir şey yapılamıyor. Şu anda dünyada aşı üreten firma ve kurumların toplam yıllık üretimlerinin dünyanın aşı gereksinimini karşılama şansı yok. Birkaç gün önce basına birkaç haber düştü. Bunlardan biri Biontech CEO’su Dr. Uğur Şahin’in AB’inden aşının bir dozu için 54 Euro istediği şeklindeydi. Uğur Şahin bugün bu iddiayı reddetmiş ve doz başına 19,50 dolarlık fiyat belirlendiğini söylenmiş. Diğer haber ise Kuzey Koreli bilgisayar korsanlarının Pfizer’in bilgisayarlarına girip aşıyla ilgili bilgileri çalmaya çalıştıkları şeklindeydi. Başarılı olup olmadıklarını bilmiyorum ama umarım olmuşlardır!Özetle şu anda dünya kapitalizmi nedeniyle aşı bir metadır ve ancak parayla alınıp-satılabilir. Yazının başlığına gelince: Prometheus eski Yunan mitolojisinde diğer tanrılardan ateşi çalıp insanlığa armağan eden tanrıdır. Jonathan Salk ise çocuk felci aşısını bulduğu halde patent koruması istemeyen ve milyarlarca çocuğun hayatını kurtarmış bir hekim. Yani bir çeşit Prometheus.. Kapitalizm artık o kadar çürüdü ki tüm insanlığı tehdit eden bir virüs karşısında bile kar hırsından vaz geçemiyor. Bize lazım olan şey kolektif bir Prometheus öncülüğünde bu aşağılık sistemden bir an önce kurtulmak….

Dr Cem Gönenç ten alıntı

İnsan Kalmak…


”Hayatın bize çizdiği yol, özgürlük ve güzelliklerle dolu olabilir, ama biz bu yolu yitirdik. Hırs insanların ruhunu zehirledi, dünyayı bir nefret çemberine aldı. Hepimizi kaz adımlarıyla sefaletin ve savaşların içine sürükledi. Hızımızı artırdık, ama bunun tutsağı olduk.

Bolluk getiren makineleşme bizi yoksul kıldı. Edindiğimiz bilgiler bizi çıkarcı yaptı, zekamızı da katı ve acımasız. Çok düşünüyoruz, ama az hissediyoruz. Makineleşmeden çok insanlığa, zekadan çok iyilik ve anlayışa gereksinmemiz var. İnsancıl değerlerimizi koruyamazsak hayat korkunç olur, hep yitiririz. ”

| Charlie Chaplin |

İnsan olmak,
İnsan kalmak,
Ve insan olarak ölmek
***
Bütün mesele bu

Nefes mesafesi yaşayabilmek


Mutluluğu lükste, markada, pahalı tatminlerde yaşadığını zanneden çok fazla tanıdığım insan var. Ama ben mütevazi bir hayatta daha sakin lakin daha huzurlu olduğumu fark ettim. Seçimlerini lüks, pahalı ve marka olmasını ölçü alarak yapanlarla, benim tercihlerimi ölçü alanlar arasında tek fark var;
“son virajda hafızada kalacak olan, nefes mesafesi yaşanan sevgi ve tutku olacak. Elini tuttuğunda avucunda kolundaki saatin fiyatı ya da markası değil, hissettiğin güven, sıcaklık ve kalbindeki mutluluk kalacak.”
Zaten hepimiz yaşlanıyoruz, anılarımızda markalara değil, duygulara yetecek kadar enerji var.

FAKİR BAYKURT’UN UNUTAMADIĞI ANA NASİHATİ


Kahveden gelen güzel kokulara dayanamayan Fakir Baykurt annesine “Çay isterim, ille de çay!” diye tutturur. Annesi evladının bu isteğini geri çeviremez.

Oğlunun elinden tutup kahvehanenin yolunu tutar… Kahveci Topal Hüseyin’i yanına çağırıp “Bir bardak çay getir benim oğlana” der.

Çay geldikten sonra o anki heyecan ile çayın nasıl içileceğini bilemeyen Fakir Baykurt sıcak çaydan büyük bir yudum aldıktan sonra ağzı yanınca bardağı birden yere fırlatır.

Çay bardağı toprağa düştüğü için kırılmasa da Fakir Baykurt annesinin ona tokat atacağını düşünür. Fakat öyle olmaz. Annesi Topal Hüseyin’i çağırıp bir çay daha getirmesini ister.

Baykurt. ikinci çayı bu kez üfleyerek içer. Yıllarca annesine o gün niye kendisine tokat atmadığını sorsa da annesi bu soruyu hep cevapsız bırakır…

Fakir Baykurt’un annesi bu sorunun cevabını yıllar sonra oğlunun öğretmenlik yaptığı köy okulunda verir. Annesi Elif Baykurt’un dersine girdiği o günü ise şu sözlerle anlatır Fakir Baykurt:

Sınıfta estim, gürledim!. Ders bitince dışarıda anneme sordum: Anacığım beğendin mi öğretmenliğimi?”

Annem ise “Eh, işte fena değil” dedi. “Müfettişler geliyor; iyi veriyor, pekiyi veriyor. Sen de fena değil diyorsun, nasıl olur böyle?” diye sordum.

Fakir Baykurt’un annesi ise herkese ders olması gereken şu sözleri söyler: “Yıllarca sordun, durdun. Şimdi söylüyorum, aç kulağını dinle!

Ben sana çay döktüğün gün kızsaydım, içindeki aslan küserdi. Dövseydim, o aslan ölürdü! Böyle öğretmen falan olamazdın. İşte, sen de benim yaptığımı yap, sakin ol. Dayak atıp bu çocukların içlerindeki aslanı sakın öldürme”

Adı FAKİR ama ANA dan zengin.

offdedimsize

öncelikle kendime, sen istersen sana da.

Don Charisma

because anything is possible with Charisma

Raskolnikov Sibiryası

Hayat acı vericidir, hayat korku doludur ve insanoğlu mutsuzdur. İnsanoğlu hayatı seviyor. Acıyı ve korkuyu sevdiği için hayatı seviyor. Yaşamak acı ve korkunun karşılığında verilmiştir bize. En büyük aldanmamız budur. İnsanoğlu benliğini henüz bulamamıştır. Onun için yaşamak ya da ölmek fark etmeyecektir. Dostoyevski - Ecinniler

Virginia Woolf

Herkes kendi geçmişini, kalbiyle bildiği bir kitabın sayfaları gibi kapalı tutar ve dostları sadece onun başlığını okuyabilir.

Temel Konuk

İnsan, her yaşın acemisidir. - Amine Gzat

Meral Meri

En içten gerçek bile hak ettiği yerde değildir. Biraz teselli isterseniz, kendilerine yarattıkları sahte dünyaya iyi bakın derim. Meral Meri

kulaktan dolma tarifler

yediklerim-içtiklerim-pişirdiklerim, gramsız, kulaktan dolma

BİRTAKIM YAZILAR

''Okumadığın gün karanlıktasın.''